A&C Hukuk Bürosu

Kambiyo Hukuku Nedir?

KIYMETLİ EVRAK NEDİR ? Türk Ticaret Kanunu’nda kıymetli evraka ilişkin genel hükümlerde, kıymetli evrakın tanımı yapılmıştır. Kıymetli evrak; öyle senetlerdir ki, bunların içerdikleri hak, senetten ayrı olarak ileri sürülemediği gibi başkalarına da devredilemez (TTK m. 645). Bu tanımdan, kıymetli evrakta aşağıda belirtilen ortak unsurların (özelliklerin) mevcut olduğu anlaşılmaktadır. KIYMETLİ EVRAKLARIN UNSURLARI NELERDİR ? Kıymetli evrak, her şeyden önce bir senedin varlığını gerektirir. Senet ise bir kimsenin kendisi aleyhine düzenlediği ve bir irade açıklaması içeren yazılı belgedir. Yazılılık kapsamına sadece yazı ve elle atılan imza girmez; ayrıca elektronik imza da girebilir. 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu m. 5 uyarınca “Güvenli elektronik imza, elle atılan imza ile aynı hukuki sonucu doğurur”. Bu kuralın istisnası da vardır. Elektronik İmza Kanunu m. 5/2 uyarınca “Kanunların resmî şekle veya özel bir merasime tabi tuttuğu hukukî işlemler ile teminat sözleşmeleri güvenli elektronik imza ile gerçekleştirilemez.” Bu nedenle kıymetli evrak türleri arasında yer alan kambiyo senetleri, özel şekle tâbi tutan hükümler uyarınca (TTK m. 756, 778, 818/1-r) elektronik imza ile düzenlenemez. Islak imza şeklinde olmalıdır, yani tükenmez veya dolma kalemle imzalanmalıdır. Kıymetli evrak, sadece devredilebilir nitelikteki hakları içerir. Bu haklar özel hukuk kapsamında ve malvarlıksal (parasal) değeri olan haklardır. Ancak kamu hukukuna dâhil olan haklar ve özel hukuka dâhil olsa bile devredilemeyen haklar, kıymetli evraka bağlanamaz. Örneğin pasaportlar, yabancılar için ikamet tezkeresi, nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, öğretmenevi giriş kartı, taşınmaz mülkiyetinin devri için tapu memurunca düzenlenen senet, vasiyetname başkasına devredilemez. Daha somut olarak belirtmek gerekirse kıymetli evraka yerleşen hak, bir alacak (kambiyo senetleri, anonim şirket “tahvilleri”) veya ortaklık hakkı (anonim şirket “pay senedi”) yahut eşya üzerindeki bir ayni hak (mülkiyet hakkını temsil eden “makbuz senedi”, rehin hakkını temsil eden “varant”) niteliğinde olabilir. Kıymetli evrakta hak ve senet arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Hak, senede yerleşmiştir. Bu unsur, kıymetli evraktaki hakkın 8 devir edilmesi ve talep edilmesi açısından önem taşır. Gerçekten hakkın senede olan bağlılığı sebebiyle, senetten ayrı olarak devredilebilmesi veya ileri sürülmesi mümkün değildir (TTK m. 647/1). O halde kıymetli evraktaki hakkı talep eden, senedi “ibraz” etmek ve hakkın yerine getirilmesi karşılığında senedi “teslim etmek” zorundadır (TTK m. 646/1). Buna mukabil borçlu da borcunu, kıymetli evrakı ibraz eden meşru hamile ifa etmek (ödemek) mecburiyetindedir (TTK 646/1). KIYMETLİ EVRAKLARIN ADİ SENETTEN FARKLARI NELERDİR ?  Hukuk öğretisi ve kanun koyucu kıymetli evrakı adi senetlerden farklı tutmaktadır. TTK md.646’da yer alan senet ifadesi ile tüm senetler değil sadece borç senetleri kastedilmiştir. Ancak kıymetli evrak anlam olarak sıradan bir borç senedini değil nitelikli borç senedini ihtiva etmektedir. Kıymetli evrak, adi senetlerden şu hususlar bakımından ayrılmaktadır: (1) Kıymetli evrakta yer alan hak para ile ölçülebilen, dolaşım yeteneğini haiz bir özel hukuk hakkı olması gerekirken, adi senetlerde yer alan çok daha geniş bir içeriğe sahip olabilir. Örneğin; bir heykelin teslimine ilişkin borcu adi senet ihtiva edebilir. (2) Kıymetli evraklarda –bazı istisnalar dışında- borçlar şarta bağlanamaz. Örneğin; kambiyo senetlerinde ödeme borcu vade dışında başka bir şarta bağlanamamaktadır. (3) Kıymetli evrakta tek taraflı bir borç yer alabilirken, adi senetlerde hem tek tarafa yüklenmiş hem de iki tarafa da yüklenmiş borç söz konusu olabilir. (4) Kıymetli evrak özellikli şekil şartlarına tabi olup, şekil şartları genel olarak kıymetli evrak bakımından geçerlilik şartıdır. Adi senetlerde ise durum farklı olup şekil geçerlilik şartı değil sadece ispat bakımından önemlilik arz etmektedir. (5) Kıymetli evraklar adi senetlerden farklı olarak nama, emre veya hamiline düzenlenebilir. Adi senetlerin emre veya hamiline düzenlenmesi imkânsızdır. (6) Kıymetli evrak hak ile senet arasındaki sıkı bağ sebebiyle, kıymetli evrakın zayi olması halinde hakkın ileri sürülebilmesi için senedin kanuni aşamalara uyularak iptal ettirilmesi gerekirken, adi senetlerde hak senetsiz de ileri sürülebildiğinden iptal ettirilmesine ihtiyaç yoktur. (7) Kıymetli evrakta senet, ihtiva ettiği hakkın bir unsuru iken, adi senet hakkın varlığını değil sadece ispatını sağlayan bir araçtır. (8) Kıymetli evraklarda zamanaşımı süresi olarak 6 aydan 3 yıla kadar çeşitli süreler öngörülmüşken, adi senetler için genel olarak zamanaşımı süresi 10 yıl istisnai durumlarda 5 yıl olarak düzenlenmiştir. (9) Kıymetli evrakta alacaklı ve borçlu sıfatı birleşse bile alacak ve borç devam etmekte, diğer bir ifadeyle senet hukuk sisteminde mevcudiyetini muhafaza etmekte ve dolaşım yeteneğini korumaktayken, adi senetlerde, senede bağlanmış olan alacak ve borç aynı kişide birleşirse borç sona ereceğinden adi senet hükümsüz kalacaktır. Bütün bu bilgiler ışığında görülmektedir ki adi senetler, borçlunun ödeme gücünün bulunmaması ya da alacağın çeşitli kişilere devri gibi hallerde devralan açısından yeterli emniyeti sağlayamamaktadır. Ticari hayatın gerektirdiği hız ve devralanın hakkın mevcudiyetinden ve tahsil edilebilirliğinden emin bir şekilde işlem yapma arzusu kıymetli evraka dair özel düzenlemelerin sevk edilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. KIYMETLİ EVRAKLARIN ALT TÜRÜ OLAN KAMBİYO SENETLERİ NELERDİR ?  Kambiyo senetleri, Türk Ticaret Kanunu’nun ilgili maddelerinde düzenlenmesi bakımından sadece çek, bono ve poliçedir. Bu sayılanlardan başka kambiyo senedi adı altında bir senedin sayılabilmesi mümkün değildir. Poliçe: Poliçede temel olarak üç kişi mevcuttur. Bunun için üçlü bir hukuki ilişkiden söz edilir. Poliçe düzenleyen (keşideci) tarafından muhatap üzerine düzenlenir (çekilir/yöneltilir) ve lehdara teslim edilir. Bu ilişki, bir havale ilişkisidir. Bunun anlamı, poliçenin iki tür yetkilendirme içermesidir: Düzenleyen, düzenlediği poliçenin muhatabına belli bir bedeli ödeme yetkisi; poliçenin lehdarına da bu bedeli alma yetkisi verir. Özellikle belirtmek gerekir ki ticari hayatta günümüzde çok kullanım alanı bulmamakta, yerini TTK’da düzenlemelerinde kendisine sıklıkla gönderme yapılan BONO’ya bırakmıştır. Bono: Bono ikili bir ilişkidir. Bono, düzenleyen tarafından yazılarak lehdara verilir. Bono, belirli bir kişinin (muhatabın) üzerine düzenlenmez (çekilmez/yöneltilmez). Bonoda düzenleyen, lehdara karşı belli bir bedeli ödeme vaadinde (soyut borç tanıması / mücerret borç ikrarı) bulunur. Bono da düzenleyen aynı zamanda senedin borçlusudur. Bu nedenle bononun düzenlenmesi, poliçeden bazı farklılıklar taşır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi her ne kadar tedavülde bono ile sıklıkla karşılaşıyor olsak da Türk Ticaret Kanunu’nda poliçe daha geniş düzenlenmiş ve bonoya ilişkin hükümler bu düzenlemelere yollama yapılarak kayıt altına alınmıştır. Çek: Çek, poliçede gibi, üçlü bir ilişkidir. Bu ilişki, bir havale ilişkisidir. Çek, düzenleyen tarafından muhatap üzerine düzenlenir (çekilir/yöneltilir) ve lehdara teslim edilir. Çek, iki tür yetkilendirme içerir. Düzenleyen, düzenlediği çekin muhatabı bankaya belli bir bedeli ödeme 62 yetkisi; çekin lehdarına da bu bedeli alma yetkisi verir. Ancak poliçeden farklı olarak çekte muhatap, mutlaka bir banka olmak zorundadır. Çekler bankalar tarafından, önceden belirlenen usul ve esaslara göre, bastırılarak müşterilerine verilmekte ve müşterilerde ilgili kısımları doldurarak çek düzenlemektedirler. Başka bir anlatımla matbu (basılmış) çek kullanılması gerekmektedir.

İhtiyati Haciz Nedir?

İHTİYATİ HACİZ NEDİR?  2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 257. Maddesi ve devamı düzenlemeleri dikkate alındığında bir para alacağının alacaklısı ihtiyati haciz talebinde bulunabilir. Anılan kanun şu şekilde düzenlenmiştir: İHTİYATİ HACİZ ŞARTLARI : Anılan kanun maddesine göre alacağın teminat altına alınmamış olması ve muaccel olması gerekmektedir. İhtiyati haciz, etkin hukuki koruma çerçevesinde alacaklının hakkını korumaya ve borçlunun potansiyel mal kaçırma faaliyetlerini engellemeye yönelik olarak düzenlenmiş hem icrai hem de hukuki bir yolun özelliklerini ihtiva etmektedir. Bu yol ile alacaklı, önceden dava açmadan veya icrai takip başlatmadan borçlunun malları üzerine haciz konulmasını talep etmektedir. Diğer taraftan aynı kanunun devam eden düzenlemeleri ile anılan ihtiyati haczin haksız olması ihtimaline binaen alacaklıya da istediği ihtiyati haciz için teminat gösterilmesi de kararlaştırılmıştır. Ancak belirtmemiz gerekir ki alacaklı tarafından istenen ihtiyati haciz şayet bir mahkeme ilamına dayanıyor ise mahkeme tarafından artık alacaklı vekilinin ihtiyati haciz talebi için teminat istenemeyecektir. İhtiyati haciz şayet ilama değil de ilam niteliğindeki belgelerin düzenlendiği İİK Madde 38’deki belgelerden birine dayanmakta ise bu kez teminat hakkında karar verecek kişi ihtiyati haczin istendiği mahkemenin kendisidir. Anılan kanun maddesi şu şekilde düzenlenmiştir : İHTİYATİ HACİZDE TEMİNAT : Yazılan hususlar dışında bir ihtiyati haciz talebi olduğu vakit ihtiyati haczin talep edildiği mahkeme talepte bulunan alacaklıdan teminat göstermesini talep etmek zorundadır. Teminatın tutarını ve cinsini belirleme mahkemenin takdir yetkisindedir. Ancak belirtmemiz gerekir ki mahkeme teminatı belirlerken alacaklının ve borçlunun ortak çıkarlarını koruyarak bir tutar belirtmeli, ihtiyati haczi alacaklı aleyhine güçleştirmemeli veya borçlu adına kolaylaştırmamalıdır. İHTİYATİ HACİZ KURUMUNDA TEMİNAT GÖSTERİLMESİNİN AMACI NEDİR ?  İhtiyatî hacizde teminat, haczin haksız olduğunun anlaşılması durumunda, ihtiyatî haciz kararının icrası nedeniyle borçlunun ve üçüncü kişinin bu yüzden uğrayacağı zararları karşılamak için gösterilmektedir. Nitekim bu amaç, teminat gösterme zorunluluğuna ilişkin düzenlemeden de anlaşılmaktadır: “İhtiyati haciz isteyen alacaklı hacizde haksız çıktığı takdirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96. maddesinde yazılı teminatı vermeğe mecburdur Bir ihtiyatî haciz kararının hüküm ve sonuçları, doğrudan doğruya ihtiyatî haciz alacaklısı ve borçlusunu etkiler. Bu nedenle haksız bir ihtiyatî haczin borçluya olan etkisi ve borçluya verilebilecek zararları telafi için teminat gösterilmesi gerekliliği kolaylıkla anlaşılabilir. Bununla birlikte ihtiyatî haciz kararı, borçlu ile sosyal ve ekonomik anlamda ilişki içinde bulunan üçüncü kişileri de etkileyebilir. Dolayısıyla ihtiyatî haciz talebinde bulunurken, sadece borçlunun zararlarını karşılamak için değil üçüncü kişinin uğrayabilecekleri zararları karşılamak için de teminat gösterilmelidir. Hemen belirtmemiz gerekir ki ihtiyati haciz talebinde gösterilmesi gereken teminat mevcut bir zararı karşılamak için değil; verilen ihtiyati haciz kararının haksız olması sonucunda ortaya çıkabilecek zararları karşılamak için gösterilmektedir. Zira ihtiyati haciz isteyen alacaklı haksız çıkarsa, borçlunun ve üçüncü kişinin uğramış olduğu zararlardan sorumludur. (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 22.02.1979 tarih, 1978/10565 Esas, 1979/2340 Karar. Sayılı kararı da bu yönde verilmiş emsal kararlardan biridir.) İHTİYATİ HACİZ KURUMUNDA ALACAKLININ VE BORÇLU/BORÇLULARIN MENFAATLERİNİN DENGESİ NASIL SAĞLANIR?  Hak, genel olarak hukuk düzeni tarafından korunan menfaat veya yetki olarak tanımlanmaktadır. Şekli hukuk alanlarından olan Medeni Usul Hukuku ve takip hukukunda, genellikle hakkın özünde bulunan menfaate ilişkin dengenin kişiler arasında bozulması üzerine, bu dengenin kurulmasını amaçlanmaktadır. Borçlunun borcunu ödememesi halinde alacaklının bizzat ihkak-ı hak yoluna başvurmasının hukuk sisteminde yasak olması nedeniyle, alacaklının hakkı Devlet’in en yetkili organlarından olan mahkemeler tarafıyla tesis edilmekte ve bu sayede alacaklı alacağına bizzat Türk mahkemelerinin kararı yolu ile ulaşmaktadır. Belirtmemiz gerekir ki genel doktrin görüşüne göre İhtiyati Haciz yolu öncelikle alacaklı lehine düzenlenmiş bir hukuki yolun özelliklerini göstermektedir. Nitekim İİK 258/2 maddesine bakıldığında mahkemenin iki tarafı da dinleyip dinlememekte serbest olduğu belirlenmiş; bu nedenle kanun koyucu tarafından dolaylı yoldan alacaklı yararına düzenleme yapılmıştır. Ancak yine de ihtiyati haciz müessesesinin sırf alacaklı yararına düzenlenmiş olmaması amacıyla alacaklının da ihtiyati haciz istediği mahkemeye yukarıda belirtilmiş teminatın yatırılması gerekliliği düzenlenmiştir. İHTİYATİ HACİZ KURUMUNDA ADİL YARGILANMA HAKKI NASIL SAĞLANIR ?  Yargılamanın hakkaniyete uygun şekilde yapılması, adil yargılanma hakkının önemli bir unsurudur. Hakkaniyet, taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunmasını ve bu eşitliğin tüm yargılama boyunca devam etmesini gerektirir. Teminat gösterme mecburiyeti bazı hallerde taraflar arasındaki eşitliği sağlamak için bir araç olabilir. Teminat gösterme mecburiyetinin bu amacı gerçekleştirdiği hallerde, teminatla yükümlü kişiden teminat alınmazsa, taraflar arasındaki eşitlik sağlanamadığından adil yargılanma hakkı ihlâl edilmiş olur. Yukarıda da belirtildiği gibi ihtiyati haciz talebinde teminat gösterilmesi zorunluluğu, borçlu ile alacaklı arasındaki menfaat dengesini sağlamakta ve adil yargılanma hakkına vücut vermektedir. Dolayısıyla teminat gösterilme zorunluluğu bulunan bir ihtiyati haciz talebinde teminat gösterilmeksizin ihtiyati haczin kabulüne karar verildiği vakit artık adil yargılanma hakkının ihlalinden kolaylıkla bahsedilebilecektir. Bunun tek bir istisnası yukarıda da belirtildiği gibi bir mahkeme ilamı bulunduğunda artık teminat istenmeyecek; ihtiyati haciz başvurusunun gerekçesi olarak ilam sayılan belgelerden biri bulunduğunda ise teminat istenip istenmeyeceğine bizzat Asliye Ticaret Mahkemesi hakimi tarafından karar verilecektir. ALACAKLI TARAFINDAN GÖSTERİLECEK TEMİNATIN CİNSİ/TUTARI NEDİR ?  Teminatın cinsi veya tutarının belirlenmesi, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun teminata ilişkin hükümlerine göre olacaktır. (bkz : HMK m 87) Buna göre teminata ilişkin bir davada teminatın tutarı ve şekli hakim tarafından serbestçe belirlenecektir. Teminata ilişkin bu düzenlemede kanun koyucu 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki düzenlemelerden vazgeçerek teminatın nev’inin belirlenmesini tamamen hakimin takdir yetkisine bırakmıştır. İhtiyatî hacizde teminatın cinsi ve miktarı belirlenirken, ihtiyatî hacizde teminat gösterilmesi ve ihtiyatî haciz müessesesinin amacından bağımsız düşünülmemelidir. Hâkim teminatın cinsini ve miktarını belirlerken, belirlediği teminatın kararın icrası nedeniyle borçlunun ve üçüncü kişinin bu yüzden uğrayacakları zararları karşılayabilecek nitelikte olmasına dikkat etmelidir. Pratikte ihtiyati haciz isteyen tarafın sıklıkla nakdi teminat yerine teminat mektubu gösterdiğine rastlanılmaktadır. Böyle bir durumda şayet teminat mektubu gösterildi ise teminat mektubunun üçüncü kişilerin uğrayacağı potansiyel zararları karşılayıp karşılayamayacağı hususları hakim tarafından özenle dikkate alınmalı; şayet karşılayamayacağı sonucuna varılırsa artık nakdi teminat üzerinde karar verilmelidir. Mahkemece teminat belirlenirken özellikle teminatın tutarının belirlenmesinde yukarıda da belirttiğimiz adil yargılanma hakkının ve hak arama özgürlüklerinin de ihlal edilmemesi gerekmektedir. Nitekim teminatın hayatın olağan akışından düşük olarak belirlenmesi artık borçlu aleyhine bir durum oluşturacağından adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelecek; teminatın olağanüstü bir miktarda belirlenmesi ise davacı/talepte bulunanın hak arama özgürlüğünün kesin bir sınırla ihlal edilmesi sonucunu doğuracaktır. Uygulamada ise alacaklıdan genellikle %10 ila %15 tutarında teminat alındığı ifade edilmektedir. Ancak bu kıstaslar hakimin TMK 1’e göre teminatı belirlemede ölçüleri olsa da hakimi tamamen bağladığı anlamına gelmez. Nitekim Yargıtay iş kazası nedeniyle %100 oranında sürekli

Genel Haciz Prosedürü Nedir?

Bir hacizden ve haciz prosedüründen bahsedebilmek için öncelikle ortada İcra Hukuku anlamında bir borcun bulunması gerekmektedir. Hemen belirtmemiz gerekir ki soyut bir hukuk dalı olan İcra ve İflas Hukuku’nda özellikle bir belgeye müstenit olmayan icra takiplerinde birazdan belirteceğimiz süresi içerisinde yapılacak itirazlar önem taşımakta, hatta süresi içerisinde ve kanuna uygun yapılmayan itirazlar veya hiç yapılmayan itirazlar sonucunda icra dosyasında borçlu olarak gözüken şahıs veya şahıslar aleyhine icrai işlemler yapılmakta ve devamında haciz, muhafaza ve nihayet satış işlemine geçilmektedir. Bu yazımızda genel haciz prosedürünü sizinle paylaşacağız. Bir borç için icra takibi ve haciz işlemleri başlatabilmek için; borcun var olduğunun, yasal olarak ispat edilmesi şartı vardır. Yalnız hemen belirtmemiz gerekir ki uygulamada özellikle icra takibine müstenit bir belge mevcut değil ise dahi icra takipleri başlatılabilmektedir ve borçlu olarak dosyada gösterilen şahsın malları üzerinde haciz tehlikesi oluşmaktadır. Şayet icra takibi bir mahkeme ilamına dayanmıyor ise, ödeme emrinin borçluya tebliğ edilmesi ile birlikte itiraz süresi başlamaktadır ve bu itiraz süresi içerisinde hiçbir itirazın bulunmaması veya kanuna uygun bir itiraz yapılmaması durumunda alacaklı tarafından haciz işlemlerine geçilmektedir. Hemen belirtmemiz gerekir ki icra takibi bir mahkeme ilamına dayandırılmakta ise artık borçlunun İcra ve İflas Hukuku anlamında ödeme emrine itiraz yolu ile muhalefet hakkı bulunmamaktadır. İCRA TAKİP TÜRLERİ NELERDİR ?  İcra takibi; belli bir alacak için, yasal yollara başvurarak, cebri icra ile, borçludan borcunun tahsil edilmesi için gerçekleştirilen işlemlerdir. İcra takip türleri ilamlı icra ve ilamsız icra olarak ayrılır. İcra takibi ne tür olursa olsun; alacaklı İcra Dairesi aracılığıyla takip talebi ile icra işleminin başlatılmasındaki ilk adım atılır. İLAMSIZ İCRA TAKİBİ NEDİR ?  Mahkemenin vermiş olduğu kararın gerekçeli olarak yazılmış haline ilam denmektedir. Hemen belirtmemiz gerekir ki türleri birden çok olan icra takiplerinden yukarıda da değindiğimiz ve az sonra da değineceğimiz ilamlı icra takipleri haricinde hiçbir takipte herhangi bir mahkeme kararı aranmamaktadır. İlama müstenit olmayan takipler şu 3 şekilde açıklanabilir : Yukarıda da belirtildiği gibi bu üç takip yolunda herhangi bir mahkeme ilamına gerek olmadığından bu üç yolda da alacaklı veya vekili tarafından icra dairesine yapılacak takip talebi ile icra dairesi tarafından borçluya ödeme emri gönderilir ve bu şekilde icra takibine başlanmış olur. İLAMLI İCRA TAKİBİ NEDİR ?  Alacaklının borçlu kişiden alacağını tahsil etmesi amacıyla İcra Müdürlüğü’nde başlattığı icra takibi ve haciz işlemleri; mağduriyet yaratan durumun, taraflar için en kısa sürede ve en az kayıpla gerçekleştirilmesiyle sağlanır. İcra Hukuku’nda icra takip türlerinden biri olan ilamlı icranın başlatılabilmesi için, alacaklı kişide ilam ya da ilam niteliğinde kabul edilen bir belge bulunmalıdır. İlamlı icra takiplerinde ilamsız icra takiplerinden farklı olarak icra dairesi tarafında borçluya gönderilen belgeye ödeme emri değil; icra emri denmektedir. İlamlı icra takibine maruz kalan borçlu kişi, yukarıda da belirttiğimiz gibi icra emrine itiraz etme hakkına sahip değildir. Burada borçlu tarafın yapabileceği tek şey, icra emrinin geri bırakılmasını istemektir. İLAMSIZ İCRA TAKİBİ VE HACİZ İŞLEMLERİ NEDİR ? NE ZAMAN BAŞLAMAKTADIR ?  Bir borçlu hakkında icra takibi başlatılması için, alacaklı veya vekili tarafından icra müdürlüğüne gidilerek takip talebi verilmekte ve icra müdürlüğü tarafından borçlu aleyhine ödeme emri düzenlenerek borçluya gönderilmektedir. Düzenlenen bu ödeme emrinin borçluya usulüne uygun şekilde tebliğ edilmesi ile itiraz süresi başlamaktadır. Yukarıda açıkça belirtilen ilamsız takiplerde itiraz süreleri de birbirinden farklıdır. Örneğin; genel haciz yolu ile yapılan icra takibinde itiraz süresi ödeme emrinin borçluya tebliğinden itibaren 7 gün iken, kambiyo senetleri olarak düzenlenen çek, bono ve poliçeye dayanan icra takiplerinde bu süre 5 gündür. Yani borçluya gönderilen ödeme emri şayet kambiyo senedine dayanıyor ise; borçlu ödeme emrinin tebliğinden örneğin 6 gün sonra itiraz eder ise yapılan bu itiraz süresi içerisinde yapılmış bir itirazın özelliklerini taşımayacağından borçlu aleyhine yapılan icra takibi kesinleşecek ve artık haciz işlemlerine geçilebilecektir. Ayrıca belirtmemiz gerekir ki genel haciz yolu ile yapılan icra takibinde itiraz icra takibinin yapıldığı icra dairesine yapılıyor iken, kambiyo senedi ile yapılan takipte itirazın nöbetçi icra mahkemesine yapılması gerekmektedir. Kiralanmış taşınmazın tahliye edilmesi yolu ile icra takibinde ise itiraz süresi 7 gün olmakla, icra dairesi bakımından borçluya ayrıca meskeni terk etmesi ve anahtarı teslim etmesi için de 15 günlük süre verilir. Borçlu tarafından tebliğ alınan ödeme emrine karşı şayet itiraz edilecekse bu itirazın bir veya birden çok gerekçesi olabilir. İtirazın gerekçeleri başlıca şu şekildedir : İTİRAZ SÜRESİNİ ELİMDE OLMAYAN SEBEPLERLE KAÇIRDIM ? İTİRAZ HAKKIM VAR MIDIR ?  Borçlu, şayet tebliğden itibaren başlayan itiraz süresini elinde olmayan sebeplerle kaçırdı ise bu kez gecikmiş itiraz yoluna başvurmalıdır. Gecikmiş itiraz, bu kez icra takibinin türü ne olursa olsun icra mahkemesine yapılacaktır. Gecikmiş itirazın süresi, borçlunun elinde olmayan durumun ortadan kalkmasından itibaren 3 gündür. Bu itiraz üzerine dosya icra mahkemesine tevdii edilir ve icra hakimi dosya üzerinden karar verir. İCRA DOSYASI NASIL KESİNLEŞİR ? HACİZ İŞLEMLERİ NASIL YAPILIR ?  Yukarıda da belirtildiği gibi, icra takibi alacaklının yetkili icra dairesine takip talebi verilmesiyle başlamakta ve bundan sonra icra dairesi tarafından borçluya ödeme emri gönderilmektedir. Açıkça belirtilen süreler içerisinde kanuna uygun bir itirazın borçlu tarafından icra dairesine gönderilmemesi sonrasında takip kesinleşecek ve artık alacaklı veya vekili tarafından borçlu malları üzerinde haciz talep edilebilecektir. İcra takibinin kesinleşmesi sonrasında alacaklı tarafından borçlunun malları araştırılacak ve bulunan mallar üzerine haciz şerhi işlenebilecektir. Peki, hangi mallar aleyhine haciz yapılabilir ? Yukarıda sayılan ve haczi kanun tarafından yasaklanmış haklar, menkul ve gayrimenkuller üzerinde haciz yapılamayacağı gibi, şayet bu mallar üzerinde haciz yapılması durumunda haczi yapan memur ve haczi talep eden alacaklı için hukuki ve cezai sorumluluk doğabilecektir. İCRA TAKİBİNE SÜRESİ İÇERİSİNDE İTİRAZ EDİLMESİ DURUMUNDA NE OLUR ? SÜREÇ NASIL İŞLER ?  Yukarıda da belirtildiği gibi eğer borçlu kendisine tebliğ edilen ödeme emri üzerine süresi içerisinde ve kanuna uygun şekilde itiraz ederse bu kez icra takibinin devam etmesi için yükümlülük alacaklı üzerine düşmektedir. Alacaklı, borçlunun itirazlarının şekil ve türlerine göre itirazın kaldırılması veya itirazın iptali yollarına başvuracaktır. İtirazın kaldırılması yolu icra mahkemelerinde açılır ve borçlu tarafından yapılan itirazın alacaklıya tebliğinden itibaren 6 ay içinde bu yola başvurulması gerekmektedir. İtirazın iptali ise genel mahkemelerde açılabilecek bir dava türüdür ve bu yolda süre borçlunun itirazının alacaklıya tebliğinden itibaren 1 yıldır. Genel mahkemelerden kasıt alacağın türüne göre kanun tarafından görevlendirilmiş mahkemelerdir. Örneğin; alacak bir işçilik alacağına dayanıyorsa itirazın iptali davasında görevli mahkeme İş Mahkemeleridir, alacaklı tarafından İş Mahkemelerine başvurma süresi

İlamlı Ve İlamsız İcra Nedir?

İLAMLI VE İLAMSIZ İCRA NEDİR? İcra takibi, alacaklı olan kişinin alacağını farklı nedenlerden dolayı alamaması durumunda devlet gücü ile alacaklarını tahsil etmesine verilen isimdir. Genel icra hukuku, iki ana bölüme ayrılır. Bunlar, ilamlı icra ve ilamsız icradır. İcra İflas Kanunu yalnız para ve teminat alacakları için ilamsız yollarını kabul etmiştir. Bu icra türünde alacaklının, alacağının bir mahkeme ilamı ile tespit edilmiş olması şart değildir. Yani alacaklı, para alacağına kavuşmak için mahkeme de dava açıp bir ilam elde etmeye mecbur olmaksızın doğruca icra dairesine başvurup ilamsız icra takibi yapabilir. İlamsız icra da alacaklının, alacağının bir senede (yazılı belgeye) bağlı olması da gerekli değildir. Alacağı hakkında bir yazılı belgesi bulunmayan alacaklı da ilamsız icra yoluna gidebilir. İlamsız icra takibi için öncelikle alacaklının yapacağı takip talebi gerekmektedir. Daha sonra borçluya ödeme emri gönderilir. Ödeme emrinin gönderilebilmesi için gerekli belgelerin toplanması gerekmektedir. Bu belgeler; Bu belgelerin toplanması halinde borçluya ödeme emri gönderilir. Bu ilamsız icra takibinin başarılı olabilmesi için ise, borçlunun ödeme emrine itiraz etmemesi gerekir. Borçlu, ödeme emrine itiraz ederse alacaklı için mahkemede dava açmaktan (İİK. MD.67) başka bir çare yoktur. İlamsız icra yalnız para alacakları içindir. Para alacakları dışındaki alacaklar için, bir ilam olmaksızın icra dairesine başvurulamaz. Ancak İİK, kira bedelinin ödenmemesi ve kira süresinin bitmesi hallerinde, kiralanan taşınmazların ilamsız icra yolu ile tahliye edilebileceğini istisnai olarak kabul etmiştir. İlamsız icra; Genel haciz yolu, Kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ve kiralanan taşınmazların icra yolu ile tahliyesi  olarak 3’e ayrılır. Genel Haciz Yolu İle Takip Genel haciz yolu yalnızca para ve teminat alacakları için başvurulabilecek bir yoldur. Bu yola başvurabilmek için alacağın rehinle güvence altına alınmamış olması gereklidir. Rehinle güvence altına alınmış alacaklar için genel haciz yoluyla takip yapılamaz. Yani rehinle güvence altına alınmış alacaklar için önce rehne başvurma zorunluluğu vardır. Genel haciz yolu ile takibin aşamaları bulunmaktadır. Öncelikle; takip talebi bulunmakta olup ödeme emri borçluya gönderilmelidir. Ödeme emri borçluya tebliğ edildikten sonra, borçlu bu takibe itiraz etmezse takip kesinleşir. Borçlu ödeme emrine 7 gün içerisinde itiraz ederse; alacaklı alacağını alabilmek için itirazın iptali veya itirazın kaldırılması davalarından birini açabilir. Takip kesinleştikten sonra, borçlu borcunu ödemez ise borçlunun malllarına borcun miktarı oranında haciz konulur. Daha sonra haczedilen mallar için satış aşamasına geçilir. Haczedilen mallar açık arttırma veya pazarlık yolu ile satılıp; alacaklıya alacağı verilir. Kambiyo Senetlerine Özgü Takip Kambiyo senetleri; çek, bono, poliçe adını verdiğimiz ticari senetlerdir. Kambiyo senetlerine özgü takip yolunda takip talebi bulunmakta olup, borçluya ödeme emri gönderilir. Borçluya ödeme emri tebliğ edildikten sonra borçlu ödeme emrine 5 gün içerisinde itiraz edebilir. Bu itiraz İcra Mahkemelerine yapılır. Borçlu, imzaya itiraz da bulanabilir ya da menfii tespit davası açabilir. Kiralanan Taşınmazların İcra Yolu ile Tahliyesi Kira bedelinin ödenmemesi halinde, kiraya veren alacağını tahsil etmek amacıyla icra yoluna başvurabilir. Kira bedelinin tahsili haricinde kiralayanın da taşınmazdan tahliyesini istiyorsa; İİK’daki tahliye hükümlerine başvurmalıdır. Kiraya veren tahliye talepli icra takibi yoluna başvuracak ise takip talebinde haciz ve tahliye istemini belirtmek zorundadır. Takibin açılmasında yazılı bir kira sözleşmesinin bulunması zorunlu olmayıp, kiracı ile kiraya veren arasında kira ilişkisi olması yeterlidir. İcra müdürlüğü takip talebini işleme aldıktan sonra kiracıya ödeme emri gönderir. Ödeme emrinin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde kiracı icra müdürlüğüne ait ödeme emrinde yazılı olan banka hesabına ödeme yapmakla yükümlüdür.  Kiracının borcun bir kısmına veya tamamına veya alacaklının takibine karşı bir itirazınız varsa, kiracıya gönderilmiş olan  ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren 7 gün içinde açıkça ve sebepleri ile birlikte İcra ve İflâs Kanununun 62. maddesi hükmü gereğince dilekçe ile veya sözlü olarak icra müdürlüğüne bildirmesi gerekmektedir. Kiracı, kira aktini ve sözleşmedeki imzayı kesin ve açık olarak reddetmediği takdirde, akdi kabul etmiş sayılır.  Belirtilen süreler içinde kiracı borcu ödemediği veya itiraz etmediği takdirde, alacaklı icra mahkemesinden kiracının tahliyesini isteyebilir. Böylelikle ödeme emri kesinleşir. Kesinleşen kira alacağından dolayı da alacaklı haciz talep edilir. İlamlı icrada alacaklının elinde borçluya karşı almış olduğu bir mahkeme ilamı vardır. Mahkeme kararlarının taraflara verilmiş onaylı suretlerine ilam denir (HMK md. 301/2). İlamlı icra takiplerinde alacaklı istediği icra dairesinde takibi başlatabilir. Alacaklı bu mahkeme ilamını, icra dairesine vererek ilamlı icra takibi yapar. İcra dairesi borçluya icra emri gönderir. Daha sonra borçluya  İcra dairesi tarafından verilen süre ( genellikle 7 gün) içinde ilam konusu borç, borçlunun rızası ile yerine getirilmezse, ilam icra dairesi tarafından zorla icra edilir. Burada alacaklının alacağı bir mahkeme ilamı ile tespit edilmiş olduğundan, borçlu, borcu olmadığı gerekçesiyle bir itirazda bulunamaz ve böyle bir itiraz ile ilamlı icra takibi durdurulamaz. İlamlı icra takiplerinde yetkiye itiraz mümkün değildir. İlamlı icra takiplerinde zamanaşımı 10 yıldır. 10 yıldır ilgilenilmeyen yada işlem yapılmayan dosyalar düşer. İlamlı icra iki ana başlığa ayrılır. Bunlar; Para ve teminattan başka borçlar hakkında ilamların icrası ile Para ve teminat verilmesi hakkındaki ilamların icrasıdır. Konusu paradan başka bir şey olan alacakların (bir taşınır malın teslimi hakkındaki alacağı gibi) cebri icra yolu ile takip edilebilmesi için ilk önce bir mahkeme ilamı almak gerekir. İlgili mahkeme ilamı almadan, konusu paradan başka bir şey olan alacakların cebri icra yolu ile yerine getirilmesi istenemez. İİK’nda, ilamlı icraya ilamların icrası denilmektedir. Mahkeme tarafından verilen ilamlar haricinde de bazı belgelerle ilamlı icraya başvurmak mümkündür. Bu belgeler; 2004 sayılı İcra İflas Kanunu md. 38 gereğince; ‘’Mahkeme huzurunda yapılan sulhlar, kabuller ve para borcu ikrarını havi resen tanzim edilen noter senetleri, istinaf ve temyiz kefaletnameleri ile icra dairesindeki kefaletler, ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabidir. Bu maddedeki icra kefaletleri müteselsil kefalet hükmündedir. ‘’ denmek suretiyle belirtilmiştir. Mahkeme tarafından verilen ilamların takibe konulabilmesi için hükmün kesinleşmesi gerekmemektedir. Alacaklı mahkeme ilamındaki hüküm kesinleşmeden de takip başlatabilir. Ancak bazı istisnai durumlar söz konusudur. Bu ilamları takibe koyabilmek için kararın kesinleşmesi gerekmektedir.

Sözleşmelerde Mücbir Sebep Nedir?

SÖZLEŞMELERDE MÜCBİR SEBEP Pandemi: 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü Covid-19 olarak adlandırılan ve Korona virüs ailesinin bir parçası olan bu virüsü pandemi olarak ilan etti. Pandemiler genellikle bir kıtada hatta tüm dünya yüzeyindeki geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalıklara verilen genel ad.             Bir hastalığın pandemi olarak nitelenebilmesi için sadece salgın hastalık olması yetmiyor, bu salgın hastalığın en azından bir kıtayı etkilemesi gerekiyor. Günümüzde yaşadığımız durumunda böyle olduğu çok açık, ne yazık ki tüm dünyayı etkisi altına aldı. Pandeminin bu şekilde nitelendirilmesinde özellikle bulaştırıcılığı, hastalık oluşturma yeteneği, bireyler arası temas ve toplumlar arası ulaşıma göre yayılıp yayılmayacağı. Bütün bunlar dikkate alınarak bir değerlendirme yapılıyor. Dünya Sağlık Örgütü de bu şekilde bir değerlendirme yaparak sonuçta mevcut hastalığı pandemi olarak niteledi.             Mevcut Covid-19 hastalığını pandemi olarak nitelendirdiğimize göre bunun bir takım hukuki sonuçları da olacaktır. Sorumluluk Hukukunun Bazı Genel Esasları Sorumluluk hukuku dediğimizde ister haksız fiilden kaynaklansın ister sözleşmeden kaynaklansın bir sorumluluğun doğabilmesi için mutlaka önce bir fiilin olması gerekir. Bu fiilin; haksız fiil bakımından hukuka aykırı nitelik taşıması, sözleşmeler hukuku bakımından da sözleşmeye aykırı nitelik taşıması gerekir. Ve bizim hukukumuzda ek olarak kural kusur sorumluluğudur. Ama kanunen özellikle düzenlenmiş olan durumlarda kusursuz sorumluluk halleri de vardır. Sorumluluğun doğabilmesi için mutlaka bir zararın ortaya çıkmış olması gerekir ve bu noktada zararın olmadığı yerde sorumluluk da aranmayacaktır. Son olarak da üzerinde en çok durulan nokta, “uygun illiyet bağının” olması gerekir. Yani gerçekleştirilmiş olan hukuka aykırı veya sözleşmeye aykırı fiil ile ortaya çıkan zarar arasında bir uygun illiyet bağının bulunması gerekir. Dolayısıyla bizim için asli şartlarımızdan biri “uygun illiyet bağı” bulunmasıdır. Hukukumuzda illiyet bağını kesen 3 temel sebebin bulunduğu kabul edilmektedir: Eğer mücbir sebep illiyet bağını kesiyorsa, illiyet bağının olmadığı yerde sorumluluk da kural olarak olmayacaktır. Mücbir sebebin tanımlanması, çerçevesi, sınırlanması genellikle Yargıtay kararlarına ve doktrine bırakılmış durumda. Bir olayın, bir durumun, bir olgunun mücbir sebep sayılabilmesi için; 2013 tarihli bir Yargıtay kararına göre, olayın mücbir sebep olarak nitelendirilebilmesi için; Bu üç unsurun bir arada bulunduğu halde mücbir sebep olarak nitelendirebiliriz. 2014 tarihli bir Yargıtay kararında, Mücbir sebep: “Bir sorumluluğun yerine getirilmesine veya bir hakkın, hukuksal bir imkanın, kanuni bir avantajın kullanılmasını, talep edilmesini kısmen  veya tamamen, geçici veya daimi surette engelleyen nitelikleri dolayısıyla sorumluluğu kaldıran veya yerine getirilmesini, süresini ve vadesini  geciktiren veya sorumluluğun niteliğini değiştiren bir hakkın veya hukuksal imkanın veya kanuni bir avantajın kullanılmasına ilişkin sürelerin yeniden tanınmasını, sürelerin uzatılmasını veya eski hale iade edilmesini gerekli ve zorunlu kılan kişinin önceden beklemediği, öngöremeyeceği ve tahmin edemeyeceği, beklese ve tahmin etse bile kişilerin alabilecekleri her türlü tedbire rağmen meydana gelmesini engellemeyeceği kişilerin tedbir alma ve ihmalde bulunmama yükümlülüklerini aşan nitelikte ve ağırlıkta olan dıştan gelen, olağandışı, mutat ve devamlı olanın dışında gerçekleşen bir olay olgu veya durumdur.” Karıştırılan iki kavram var: Bu iki unsur birbirinden farklıdır. Mücbir sebep: Genellikle dış kuvvetlerin etkisiyle oluşur.   Burada haricilik önemlidir.   Her durumda objektiftir. Beklenmeyen hal: Genellikle işletme faaliyetinden doğar.         Genellikle borçlunun kaçınamayacağı, borçluya özgü bir durumdan doğar.         Daha sübjektif, daha nisbi nitelik taşır, daha borçluya özgüdür. COVİD-19 MÜCBİR SEBEP Mİ? Bunun bir pandemi olduğu, tüm dünyayı etkilediği, hepimiz için çeşitli kısıtlamaların geldiği, ticaret hayatında gerek yasal gerek mecburiyetlerden kaynaklanan çeşitli kısıtlamaların geldiği açıkça ortadadır. Bu noktada bu kadar yaygın olan, tüm dünyayı etkileyen salgın hastalığın kuşkusuz işin niteliğine ve özeline göre dikkate alınmak koşuluyla mücbir sebep olarak nitelendirilebiliriz. Mücbir sebep olarak nitelendirdiğimizde bunun sözleşmeye etkisi ne olacaktır? Bunun en önemli etkisi pandemi sebebiyle borçlu borca aykırı davranışta bulunuyorsa, kural olarak borca aykırılıktan sorumlu tutulmayacaktır. Bu durumlarda öncelikle sözleşmede özel bir mücbir sebep düzenlenmiş mi ona bakmamız gerekmektedir. Bu özellikle yazılı bir sözleşmenin olduğu durumda karşımıza çıkar. Genellikle ticaret hayatında daha büyük, daha kapsamlı sözleşmelerde mücbir sebebe mutlaka yer verildiğini görürüz. Bizim hukukumuzda sadece mücbir sebep demek yeterlidir. Çünkü mücbir sebebin içi gerek yargı kararlarıyla gerek doktrinle doldurulmuştur. Eğer mücbir sebep halleri sınırlı olarak sayılmışsa, burada bakmamız gereken konu bunun içinde salgın hastalık olup olmadığıdır. Eğer salgın hastalık yoksa tarafların bunu hariç tuttuğu gibi bir düşüncemiz, değerlendirmemiz olacaktır. Eğer salgın hastalık varsa mücbir sebebin içine girecektir. Covid-19’un da bu kapsamda değerlendirileceğini söylememiz gerekecektir.             İkinci olarak, eğer bizim bu mücbir sebebin ortaya çıkmasından önce zaten bir sözleşmeye aykırılık hali varsa, kusuruyla  bir sözleşmeye aykırı davranışta bulunulmuşsa, örneğin; bu sebep daha ortaya çıkmadan önce zaten biz kusurumuzla bir temerrüde düşmüşsek daha sonra artık dönüp de bunun arkasına saklanmamız yine mümkün olmayacaktır. Sonuç olarak eğer böyle bir mücbir sebebimiz varsa kural olarak bu illiyet bağını kesecek borçluyu da sorumluluktan kurtaracak. BORCA AYKIRILIK HALLERİ İfa engelleri olarak adlandırdığımız durum karşımıza çıkar. Hukukumuzda ifa engelleri 3 temel türe ayrılmaktadır. Eğer Covid-19 sebebiyle borcun ifası imkânsız hale geliyorsa o zaman bir ifa imkansızlığı ortaya çıkacak. Bu sebeple de kural olarak borçlu borcundan kurtulacaktır.             İmkânsızlık denince ikiye ayırırız: Burada Covid-19’un mücbir sebep olarak nitelendirilmiş olması, borçlunun ayrıca bir kusuru yoksa kusursuz olduğunu gösterecektir. BK md.136: İfa imkânsızlığı Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır. Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür. Doktrinde farklı görüşler olmakla birlikte ifa imkansızlığının ancak parça borçlarında söz konusu olabileceği, cins borçlarında söz konusu olamayacağı, en önemlisi de Yargıtay’ın da genellikle kabul ettiği para borçları bakımından ifa imkansızlığının söz konusu olmayacağı görüşüdür. İfa imkansızlığı dediğimiz geçici nitelikte olmaması gereken sürekli bir imkansızlıktır. Oysa bazı hallerde Covid-19’u geçici imkânsızlık yarattığından da bahsetmemiz gerekebilecektir. Borçlunun borcunun o geçici dönem için durması ama ondan sonra tekrar devam etmesi şeklinde bir sonuçla da karşı karşıya kalabiliriz. Bu noktada Yargıtay’ın bazı çok önemli düzenlemeleri var. Geçici ifa imkansızlığı bakımından “sözleşmeye katlanma süresi, akde tahammül süresi” gibi bir kavramın Yargıtay kararlarıyla geliştirildiğini görüyoruz. Geçici ifa imkansızlığı olabilir ama burada da bir tahammül katlanma süresi vardır. Eğer bu süre aşılacak olursa yine borçlunun borcunun sona ermesi sonucuyla karşılaşılabilir. İfası mümkün